Bir Ayı, Bir Küçük Kız

Kirli tüyleri vardı. Sarı ile kızıl arası. Gülümsemesinin sevda yüklü olduğunu söylerlerdi. Sıska vücudu, iyice çelimsizleşrdi, ağlayan sokak çocuklarının sesinde;
— Abi, bi simit al be abi…
— Abi, çiçek ister misin?…
— Tartıyım mı abi, gönlünden ne koparsa…
Biraz tanıyanlar, çay bahçelerinin entellektüelizm çamuruna bulanmış felsefe-sanat sohbetlerinde, tartışma, konferans, mitinglerde, bazen de deniz kıyısı veya parkların şarap kokusunda yüz metreden seçerlerdi onu.
— Dostuz değil mi?
— Dostuz
— Hani korkuyorum, bir daha söyle; yıllar sonra yine burada olucaz di mi? Yine böyle şarkı söyliycez di mi? Hani o gene ağlayacak, sen yine kusacaksın, yine biri son aşkını anlatacak ve yine çorba içip eve zil zurna dönücez di mi?
— Elbette, biz dostuz!
— Dostluğa
— Dostluğa
— Dostuz
Dostuz… Dost… Do…

Ne çok şey değişecekti sonra. Şimdi umutla bakıyordu dünyaya ve tertemizdi ciğerleri…

***

Yaşamı “aniden”lerle doluydu. Küçük kızın hayatına da böyle dalmıştı. Bir bıçak nasıl girerse kaba etine insanın işte öyle, “aniden”. Ama bir anlık değildi hiçbirşey. İnsanî sevgi sandıklarının hepsini atmış bir kenara, tüm hayvanlığından soyunmuş ve aşık olmuştu küçük kızın gözlerindeki çocuğa, tıpkı bir insan gibi. Oysa ayıların insan olamayacağını yazıyordu kitaplar ve “lise dengi” okulların biyoloji derslerinde, düşünemeyen canlılardan hayvanlar sınıfında gösteriliyordu ayı.

Küçük kız yıldız yıldız bakıyordu dünyaya ve saçları yakıyordu ne varsa alev alev. O, dikkatle inceliyordu kızı. Küçücük ellerini tutuyor ve her noktasını ezberliyordu vücudunun. Küçük kız tüm güzelliğiyle oturuyordu karşısında, gitar sesi geliyordu kulağına. O güldüğünde yaşadığını hissediyordu ayı, her öpüşünde küçük kızın boşanıyordu eli ayağı. Küçük kız hiç konuşmadan, tüm dil cambazlarına parmak ısırtırcasına, bakışlarıyla anlatıyordu herşeyi. O da, o bakışların esiri olmamış mıydı zaten?

Beraber oturup sahile, ay ve şehir ışıklarının aksini izlemişlerdi o akşam. Bir şişe köpek öldüren sarhoşuydular, en kızılından. Nice sürgünlere göğüs gerebilirlrdi o an.

O akşam, onu evine bıraktıktan sonra yine tedirgindi ayı. Sokak köpeklerinin sesiyle irkiliyor, yanından geçenlere diş gösteriyor, soru sorana silah çekiyordu… Peşindeki durmuyor, usanmıyordu.

***

Tuhaf bulur bazıları; küçük kız uykusunda bile ayıyı seviyordu. Ve zaman, bin kunduzun laneti üzerinde olasıca zaman, durmadan dinlenmeden koşuyordu, ulaşabilecekmiş gibi biryerlere.

Şiirler yazıyordu ayı. Konuşmalarına, yazılarına ve şiirlerine başkaları girmeye başlamıştı artık. Küçük kız ağlıyordu. Ayı parçalamak istiyordu kendi yüreğini. İçten içe eriyordu…

Bir gece bembeyaz uyku sıcağında, azından Güzel Marmara kokusunda -ki o da beyazındandır-, kuytu bir sokakta vurdular onu. Yaralı olarak kaçtı olay mahalinden. Ama peşini bırakmadı kan. Kırmızı bir mazi bıraktı koştuğu sokaklarda.

Artık kan kokuyordu kızıla çalan tüyleri. İnsanlar bucak bucak kaçıyordu ondan.
— Dostuz değil mi?
— Tabi ki…

Bir tek küçük kız gitmemişti, bekliyordu yanında, tüm gidenlere inat.

Küçük kıza kan bulaşıyordu tüylerinden. Küçük kız farketmiyor, farketmemezlikten geliyordu. Bir sigara yakıyordu ayı, herşeyi görüyordu. Ama göstermiyordu kimseye ağladığını.

Küçük kız ayakta durmaya çalışıyordu, ayının yanında -tutunmadan yapamazdı bunu-. Ve ses çıkarmıyordu parçalamasına ciğerlerini, sırf üzülmesin diye, sırf dert katmasın diye derdine. Gözünü kapatıyordu ayı, nereden geldiği belli olmayan yumruklar iniyordu suratına. Gözünü açınca küçük kızın kan bulaşmış saçları… Dayanamaz olmuştu. Haketmiyordu küçük, hakkı yoktu buna…

***

Çiçekler açar olmuş, bahar inmiş şehre, genç kızlar soyunup dökünmüş, ayının tüyleri yeşile sarıya karışmıştı. Ve şehir, başladı hazırlığa. Adına “ölüm vuruşu” dendi. Kimse anlamadı. Ayı önce küçük kızı sakladı. Sonra kaçtı şehirden. Gecenin kör, karanlık vakti, gözünde sessiz iki damla yaşla…

Şimdi asfaltta ayak izlerini görenler, çekinirmiş önce. Arasıra mektubu gelir, sesi duyulurmuş sokaklarda. Derler ki; küçük kız onun türkülerini söyler hâlâ, onu bıraktığı parkta…

Ekim-Kasım-Aralık.1996/Mayıs.1997 – ANKARA

Paylaş: