PMO Genç Danışma ve Cahiliye üzerine…

Facebook’ta geçen sanal bir polemiğin çağrıştırdıkları…Eleştirel yaklaşımda özellikle isim belirtmedim, korktuğumdan/çekindiğimden değildir… Öncelikle herhangi birinin yüzüne hal-i pür melalini bu kadar yalın söylemekten imtina ederim, aynayla arası olmayana çok yıkıcı gelir bu, zulüm olur insana. Ama bu da değil neden; sadece somut bir adresim yok muhattap/hedef gördüğüm. Daha ziyade bir duruma, bir zihniyete ve bunlara mürit olunabilmesi haline benim tepkim… Bir de çok yorgunum şu ara cahile laf anlatmak için… Bu sefer de böyle olsun ben ortaya söyleyeyim, “beğenen alır bakar, beğenmeyen bırakıp kaçar“.

Ahmet TelliZaman kekemeydi ve tarihe sızan soytarılar gördük genç ömrümüzde” der bir şiirinde. Aynen de öyledir işte… Tarihin bir yerine tesadüfen sızmış olmak insana garip bir hava ve cürret verir. Aslında teğet geçtiği pek çok şeye dair ahkam kesme hakkını kendinde görür insan, sanki teğet geçtiği çemberin içindeymiş gibi… Eğer dinleyici kitlesinin de tarih bilgisi yoksa, üst-ölçekten gördüklerini birbirine bağlayıp yorumlayabileceği verilere sahip değilse (daha acıklısı bu bilgilere ihtiyacı olduğunu bile farkedemeyecek kadar bilgisizse), içi boş bir takipçi kitlesi de üretebilir kendine.

Yanlış anlaşılmasın “PMO mesleki tabumuzdur, ne yerde, ne göktedir, tüm eleştirilerden azadedir” demiyorum. PMO’nun yapması gereken daha çok ama çok şey vardır. Yaptığı bazı şeylerde düzeltmelere ihtiyaç da olabilir. Kanımca şansımız şu ki; bunun idrakında olan meslektaşlarımız görev başındadır. Hoş olmasalar bile kurumu yıpratmadan fikir/eleştiri beyanı yapacak kanallar bulunabilir. Vurgu yaptığım daha ziyade, PMO’nun elimizde yasal olarak kamu kurumu niteliğindeki yegane mesleki platform, yegane hak alma aracımız olmasıdır. Eleştirilecekse bile bunun farkında bir incelikle kurumu zedelemeden yapılması gerekir (en azından medya üzerinde). Zira PMO’yu -yerine sanal gruplar koyarak- çamura sıvamak, mesleki hak alma mücadelemizde, çağımızın teknolojilerini bırakıp, toprağa sopayla proje çizmeye benzer.

Senelerdir bunları (duyulsun diye yüksek sesle) söylememize rağmen bazı meslektaşlar için PMO’ya ve meslek aktivistlerimize yerli-yersiz yüklenmek güzel pirim yapan kronik bir sosyal mastürbasyon aracı olagelmiştir. Oda’nın zaten senelerdir açık tuttuğu ve mücadele ettiği mesleki cephelerin isimlerini kullanarak kendilerine hareket alanı açmaya çalışanlar, yine ancak PMO’nun açtığı yolda yürüyebilmekte; kendilerini ancak PMO’nun daha önceden o alanlarda yaptığı girişimlerin sonuçları üzerinden tanımlayabilmektedir.

Kanımca sosyo-patolojik bir durum olarak bu girişimler yukarıda anlattığımız konjonktür’de takipçi de bulabilmektedir. Bana esas garip gelen, henüz kimsenin “yahu madem PMO’nun girişimleri böyle sonuçlanmış ve bu hareketin farklı bir sonuç getirebilme gücü var, öyleyse zamanında ne diye PMO’ya destek vermedik de sonucu değiştirmedik. PMO başkasının adına mı yapıyordu bu girişimleri? Bu oluşum neden PMO başarısız olsun diye bekleyip, sonra mantar gibi bitiverdi” diye sormamasıdır. O yüzden de sıklıkla Bülent Ortaçgil anımsanır: “Bu iş zor Yonca, çünkü insanlar yıllar boyunca hiç soru sormadan durur…” sözlerini gitarıyla söylerken…

Nedense en az solcuların “son tahlilde“, “bu bağlamda” kabilinden kalıpları gibi ezberlenmiş cümleler vardır, hep böyle zamanlarda söylenir. Bir de zaten “sudan çıkmış balık” gibi olan gençlere daha çok söylenir: “Oda siyaset yapıyor, bu kadar solcu olmasalar haklarımız verilir. Hükümeti o kadar kızdırmasalar sorun olmaz“. Yani deniyor ki: “arkadaş biz de biliyoruz yanlış yapan var, üstelik bizim meslek alanlarımızda ve bilimimizle çelişir biçimde. Ama hepsine karşı çıkmayalım, biz karşı çıksak da yapıyorlar zaten. Karşı çıkmazsak en azından bir iki kırıntı olsun “hak” verirler belki bize, istihdam felan oluruz…” Bunun daha açığı şudur: “gözlerimizi kapayalım, vazifemizi yapalım. Efendilerimiz de tabaktaki kırıntıları yememize izin versin.” Bu ülkenin derelerini satacaklar örneğin, ya da kentsel peyzaj değerlerini yokedecekler ve sen seni okutan bu toprakların insanlarına “ey halkım seni kandırıyorlar, senin verginle senin toprağını/suyunu senin gözün önünde senden alıyorlar” demeyeceksin. Ondan sonra da çocuklarına ve genç arkadaşlarına cumhuriyeti ve demokrasiyi ne kadar sevdiğinden, Atatürk ve arkadaşlarının bu ülke için ne ifade ettiğinden dem vuracaksın sanal/banal “duvar yazıları”yla. Bunun Türkçe’de bulabildiğim en kibar karşılığı “onursuzluktur”.

Diğer taraftan o “solcu” PMO’nun ve aktivistlerinin meclise girmiş sağ meslektaşlarımıza ulaşmak için harcadığı emekleri hangi “militan meslek odası” tanımına koyabileceğimiz ayrı bir konudur. Yada MHP Genel Bşk. Yardımcısı Dr. Ruhsar Demirel‘in PMO’nun girişimleri sonucu peyzaj mimarlarının kamuda istihdamı ile ilgili soru önergeleri ile sorunumuzu TBMM çatısına taşımasına PMO’nun gösterdiği minneti hiç dillendirmez örneğin bu yaklaşım sahipleri. Tabi PMO’nun o kadar da “sol”, o kadar da “militan” olmadığı ortaya çıkar, tükürdüğünü yemek zorunda kalır insan…

Beni etiketlerler” korkusuyla süte “beyaz” demekten korkan bir güruh, bir de kendi durumundan “haklarımızı vermiyorlar” diye yakınmaya başlıyorsa çok çok komik görünür dışarıdan. Cem Karaca‘nın söylediği gibi “iki gözüm bu işin yok sağı solu!Vaadedilen kırıntılar peşinde koşmak için susan/yanlışı olumlayan, tabaktaki hakkından zaten vazgeçmiş demektir; İnsan korkabilir elbette, bu ülkenin geçmişi de, bu günü de korkuyu haklı kılacak deneyimlerle doludur. Ama “korkuyorum” demek dürüstken, durumunu çıkar merkezli teorize edip korkmayana engel olmak acıklıdır. Böylelerinden toplanan kıtalara bel bağlamak daha da acıklıdır. Yani Mevlana hep yol gösterir zamanlar öncesinden; “ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün“. Korkuyorsan, olumlaman gerekmez, sadece sussan da paçayı kurtarırsın, merak etme. “Etme” diyor içim ama Nazım benden önce demiş, burada hatırlatmasam olmaz:

hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
– demeğe de dilim varmıyor ama –
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Bir de cahiliye işi var… Şimdi “google’a sor!” var ya; sormasak da bilginin orada olduğunu biliyoruz. Yani istediğimizde alırız bilgiyi, şimdi gereksiz yere depolamaya gerek yok. Unuttuğumuz şu: bilgiye ihtiyacımız olduğunu farkedecek kadar bilgi sahibi değiliz. Böyle olunca; cahil, bilge; korkak, kahraman görünebiliyor. Sağda solda okuduklarımdan/duyduklarımdan ve gözlemlerimden sebep, bizim meslek tarihine ve öznelerine dair naçiz bir bilgi güncellemesi yapalım. Belki 1-2 kişi ne demek istediğimizi anlar da cahiliye dönemini kapatacak bir hamleye başlar:

Öncelikle peyzaj mimarlığı öğrenci hareketi, öyle sanıldığı veya iddia edildiği gibi 2005 yılında PMO-Genç’le başlamamıştır. 1992 yılında Ankara Üniversitesi Çevre ve Peyzaj Topluluğu adı altında o zaman genç/utkan öğrenciler olan Alper Çabuk ve Talat Ekşioğlu‘nun girişimleri ile oluşmaya başlamış hemen 1 sene sonra 1993 ELASA Marmaris Mini-Meeting‘i ile uluslararası bir öğrenci buluşmasına imza atmıştır. (Peyzaj Mimarlığı Dergisi 92/2. Sayısından bilgi alınabilir. ELASA arşivlerindeki 1/93 sayılı bültende de haberi geçmektedir.) Toplantı sonrası topluluk varlığını korumakla birlikte bir çeşit nekahat dönemine girilmiş ve 1998’e kadar da sessizliğini korumuştur. 98’de Topluluk adını Ankara Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Öğrenci Topluluğu (PEYMÖT) olarak değiştirmiş, ELASA ile ilişkileri yeniden kurmuş ve ELASA-TR adı altında Türkiye çapında bir örgütlenmeye girişmiştir. Tüm bu süreçlerde PMO her zaman öğrencilerin yanında olmuştur. Zamanın PMO yönetiminde olan Betül Uyar ile birlikte öğrenci arkadaşlar sürecin başından sonun kadar, oluşan/oluşmakta olan toplulukların tek çatı altında toplanması, PMO ile beraber çalışması ve yasal tanınırlıkları kolaylaştırmak için toplulukların Oda Öğrenci kolları olmasını hedeflemiştir. Örgütlenmeyi kolaylaştırmak için PMO’dan bölümlere çekilen fakslara gelen yanıtlarda acıklı biçimde pek çok akademinin, kendisine haber bile vermeden bir öğrencisinin adını gönderdiği görülmüştür. Öğrencilere ulaşınca “benim telefonumu nereden buldunuz?” sorusu ile karşılaşan öğrenciler, PMO’da Betül Uyar’a“böyle olmayacak, siz karışmayın. Biz hocaları karıştırmadan bu işin gerçek özneleri (öğrencilerle) yerinde örgütleneceğiz. Siz desteğinizi esirgemeyin yeter”. diyerek internet üzerinden organize edilen toplantılarla şehir şehir bir araya gelmişlerdir. Kendi öz örgütlülüğünü böyle yaratan öğrenciler, bunu başarmış olmanın gücüyle düşüncelerini paylaşmaktan asla çekinmemiştir. Kendi bölümlerinin işleyişinden, mesleğin ve meslek odasının gidişatına kadar pek çok konuda bağımsız, sözünü sakınmayan eleştirel ama hep çözüm odaklı ve zaman-zemin bilir biçimde fikirlerini dile getirmişlerdir. Bu eleştirilerden nasibini pek çok kez almış olan PMO Yönetimlerinin ve pek çok akademisyenin bu öğrencilere desteğini kesmemesinin temel nedeni de bu bağımsız, samimi, eleştiren ama çözüm için elini taşına altına koymaktan kaçmayan genç ruha saygıdan olmuştur. Tek bir örnekle anlatayım: bu çocuklar “kitabımız yok, üretim yapmıyorsunuz” diye bölümlerini eleştirirken bir yandan da kendi olanaklarıyla kitap kampanyaları yapıp bölümlerine koli koli kitap taşımıştır. Benimde aralarında bulunmuş olmaktan gurur duyduğum döneminin duyarlı öğrencileri 1 sene içerisinde pek çok üniversiteye ulaşarak her üniversitede örgütlenmiştir. Zaman içerisinde söyleme kolaylığı ve akademik topluluğa tatlı bir gönderme içerdiği için kısaltılmış isim PEMÖT olarak değiştirilmiş, ELASA-TR adı tamamen kaldırılmış, yerel üniversiteler de üniversitenin adının PEMÖT’ün başına getirilmesiyle tanımlanır olmuştur. Kurulduktan sonra her sene şehirler arası 1 Genel Toplantı, 1 Genel Kurul toplayarak kendi yönetici ve temsilcilerini yerel ve merkezi olarak ayrı ayrı kendilerinin seçmesinin yanı sıra, pek çok ulusal öğrenci sempozyumu düzenlenmiştir. PEMÖT yerleşikleşip, iş Oda’nın resmi öğrenci kolu olmaya gelince, egePEMÖT’ün PMO İzmir Şube Yönetiminin yaklaşımlarından hareketle koyduğu şerhe rağmen öğrenciler PMO-Genç’e geçiş ve bu yönde PEMÖT’ün zaman içerisinde tasfiyesi kararını yine kendileri almışlardır. 2005 yılında olan şey, ondan önceki 2 PMO Genel Kurul’unda çevresinden dolanılıp bir türlü resmiyete dökülemeyen PMO-Genç’in resmiyete dökülmesinden başka bir şey değildir özünde. Ve pek çok eski PEMÖT, yeni PMO-Genç kadrosu ya da o sürecin veya artçılarının rüzgarlarıyla PMO’ya taşınmış genç arkadaşımız şimdi PMO Yönetimlerinde, hepimizin savaşını sürdürmektedir. Oda benim için ne yaptı ki?” kumulundan kafasını çıkartıp PMO’nun kapısını çalanlar, O gençlerin güleç yüzleri ile karşılaşacak ve kendilerine “yapılmıyor” diye anlatılan pek çok şeyin aslında nasıl kavgasının verildiğini ve fazlasını ilk elden dinleme şansı bulacaklardır. Özetle PMO-Genç nezdinde Türkiye peyzaj mimarlığı öğrenci hareketi PMO yönetimlerinin oy bankası değildir, PMO’da yönetimler çekişmeli Genel Kurul’larda değişmiş, ama gençler –yönetimlere eleştirileri olsa da- PMO’yu bırakmamışlardır.

Bir de tarih dersindeki bu anlatılanlar yaşanırken çukurovaPEMÖT’ün pek çok aktivisti arasında bir yüksek lisans öğrencisi de özelde Çukurova Üniversitesi ve genelde Türkiye peyzaj mimarlığı öğrencilerinin mücadelesine o yereldeki pek çok arkadaş gibi ciddi katkılar sunmuştur. (diğer arkadaşların en azından bir kısmının adını öğrenmek ve bu arkadaşın katkılarını öğrenmek isteyenler Çukurova Üniversitesi’nin halen host arşivinde sakladığı şu sayfalara göz atabilirler). O genç arkadaşımız, taze akademisyen kimliğinden ötürü, öğrencileri bu kadar savunduğu için kapısı kapalı toplantı odalarında akademik tehditler bile almış, yer yer geri adım atmışsa da, yürüdüğü yoldan sapmadan mesleğin yürüyüşüne alçak gönüllü katkılarını sunmaktan hiç geri durmamıştır. Yine bu arkadaşımız PEMÖT’ün yüksek lisans öğrencilerinin PMO’da örgütlenmesi ve PEMÖT içerisinde kalmalarının öğrencilerin bağımsız söylemini engelleyebileceği yönündeki görüş birliğinden sonra, alçak gönüllü bir biçimde mücadelesini PEMÖT’ten PMO’ya taşımıştır. O zamanların taze, şimdinin genç akademisyeni, PMO yönetimlerinin ve yaşadığı yörelerin yeşil aktivisti mesleğe ve ülkesine sevdalı Mustafa Artar kardeşimizdir. Kendisi PMO-Genç’i kuran onlarca insandan sadece birisidir. Bazı iddiaların aksine; kendisi dönem dönem içinden çıktığı öğrenci hareketinin güdümünde davranmış olabilir ama öğrenci hareketi hiçbir safhada (hatta çukurovaPEMÖT’ün akademisyen bir üyesi olarak toplantılarına girdiği dönem bile) onun güdümüne girmemiştir. Bunları iddia edebilmek cehaletten değilse, öğrencilerin öz iradesiyle yaptığı 1992’den bu yana yazılmış tarihin emek koymuş her öznesine ayrı ayrı hakaret etmektir. Mustafa, kendi savunmayacak kadar alçak gönüllü olabilir; ancak birilerinin emeğinin onun nezdinde böyle hor görülmesine izin vermek suça ortak olmak olur. Çağan Irmak’ın Ulak’ta söylediği gibi:

yapan kadar, bilip de susan da suçlu!

Bu süreç çok daha detaylı bir yazıyla ve burada adı anılmamış pek çok kahramanı anımsatarak yazılmalı aslında. Onu da anlatırız/anlatırlar bir gün. Ama dert anlatmak için bu kadarı fazlasıyla yeterli.

İşte bunca emek yalan-yanlış, daha çok eksik bilgi ile harcanırken, daha çok Amerika keşfetmemek için gençler daha çok sormalı, daha çok okumalı, daha çok sorgulamalı, ama hepsinden önemlisi eleştirdikleri için çözümler de üretmeli, çözümler için elini taşın altına da koymalı. Kimse hayalini bile kuramazken, 10 yıl öncesinde Betül Uyar’ın dillendirdiği Genç Danışma’lar bugün hayat buluyor. Üstelik de o günleri de bilen gençlerin yoğunlukta olduğu bir merkezi yönetim önderliğinde. Bu genç meslektaşlar için muhteşem bir olanaktır. Söylendiği gibi birbirini alkışlamak için değil! PMO ile dolaysız kontak için, işin doğrusunu birinci ağızlardan dinlemek için, derdini/eleştirini birinci ağızdan anlatıp, çözüm önerilerini birinci elden iletmek, somut adıma dönüştürmek için, hepsinden öte bunca cehaletle örülen ablukalarda insan, ülke ve meslek onurunu ayakta tutmaya çalışanlara katkı sunmak için… Bu yönetimin Genç Danışma’yı bunca önemsemesi gençleri oy bankası görmekten ziyade, onların eleştirilerine ve onlardan öğrenmeye açık olmasındandır, kendisi de genç olmasındandır… Bu cahiliye döneminde, Genç Danışma’yı 2 kez önemsemeli…

“Cahiliye” dedim de… Saymayı unutanlar Ulusal Peyzaj Mimarlığı Öğrenci Sempozyumlarını kelimelerin yerini değiştirip 1’den başlatmış olmasalardı, eski sempozyumları yapanlar “yahu biz senelerdir yapıyorduk tarihi mi sıfırlıyorsunuz?” deselerdi (Sayfanın adresinden başlayarak bkz. eski 45’likler), 92’lerden bu yana olan emek, emekten yana olan herkesçe hatırda tutulsaydı, belki de ne kadar köklü olduğunu daha çok bilirdi arkadaşlar üzerinde yeşerdikleri dalların. Teşbihteki hatanın affedilirliğine sığınarak: her dal kendini ağaç sanabilir, ama bu kadar lama olmazdı çevresinde; Biz de dallar, lamalar ve saçılan salyalardan ziyade ağacı, ormanı tartışırdık.

Kimbilir, belki, birileri, sorarlar bir gün sorarlar, herkesin resmi tarihi yerine objektif bir tarih yazarlar. Sezar da hakkını alır, Brütüs de…

Paylaş: